Sayfa(1-16): | |||
Ya aşkla hüsündür, ya hâmaset ve şehâmet, ya tasvir-i hakikat. İşte Belki zâlim nev-i beşerin gaddarlıklarını alkışlamakla kuvvetperestlik Şehvet-engiz bir zevki nefislere de zerkeder. Tasvir-i hakikat mad- Bir sıbga-i Rahmânî sûretinde göremez. Belki tabiat noktasında tutar, Onun için telkini aşk-ı tabiat olur. Maddeperestlik hissi, kalbe de yer- Yine ondan gelen, dalâletten neş'et eden ruhun ızdırabatına, o edeb- Tek bir ilâcı bulmuş; o da romanlarıymış. Kitab gibi bir hayy-ı meyyit, Hem tiyatro gibi tenasühvâri, mâzi denilen geniş kabrin hortlakları gibi Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş, hem insânın yüzüne fâsık bir göz takmış, dünyaya bir âlûfte fistanını giydirmiş, hüsn-ü mücerred Güneşi gösterirse, sarı saçlı güzel bir aktrisi karie ihtar eder. Zâhiren Netice-i muzırrayı gösterir. Halbuki sefâhete öyle müşevvikane bir tas- İştihayı kabartır, hevesi tehyic eder, his daha söz dinlemez. Kur'andaki Hak-perestlik hissi, hüsn-ü mücerred aşkı, cemâl-perestlik zevki, haki- Kâinata tabiat cihetinde bakmıyor; belki bir san'at-ı İlâhî, bir sıbga-i Mârifet-i Sâni'in nurunu telkin eder. Herşeyde âyetini gösterir. Her iki- Avrupazade edebse, fakd-ül-ahbabdan, sahibsizlikten neş'et eden gamlı Zira sağır tabiat, hem de bir kör kuvvetten mülhemane aldığı bir hiss-i O surette gösterir. Hem de mahzunu tutar, sahibsiz de olarak yabanîler Kendine verdiği şu hissî heyecanla git gide ilhada kadar gider, ta'tile Kur'anın edebi ise: Öyle bir hüznü verir ki, âşıkane hüzündür, yeti- Kelimenin manası için üzerini çift tıklayınız. | |||